TÜRKİYE'NİN MAARİF DAVASI

Türkiye’nin Maarif Davası kitabı Nurettin Topçu’nun 1939-1973 yılları arasında farklı zamanlarda yazılmış yazıların derlenmesiyle oluşmuştur. Kitap, 3 bölüm ve bölümlerle ilgili yazılarla oluşan toplamda 20 başlıktan ve 212 sayfadan oluşur.
Yazar maarif meselesini yani eğitim öğretim sistemindeki sıkıntıları Batı taklitçiliği ile açıklamaktadır. Avrupa’nın olduğu gibi sorgulanmadan taklit edilmesinden şikayet ederken, özenilen inkılâplar ile yeni okulların açıldığını ancak bilginin önemi, uzmanın bilgisi ve toplum içindeki önderliğinin yitirildiğini anlatır. Tüm bunlara rağmen batı taklitçiliğinin giderek arttığını anlatan yazar, ilmin çıkarlar doğrultusunda kullanıldığından bahseder.

Yabancı dilde eğitim veren mekteplerin ideal mektep olmasının hoşnutsuzluğundan bahseden yazar şöyle der: “Yabancı dilde öğretim yapan mektepler Türk çocuğu için ideal mektep oluyor. Bu hal yakın bir gelecekte milliyet ve kültür davasının mezarı başında ağlayacağımızı haber vermektedir.(s.14)” Yazara göre bu durum milli benliğin zarar görmesidir. Çünkü her milletin zihniyet ve geleneklerine, kendine özgü öğretim stili ve müfredata sahip, ahlak unsurları ve psikolojik temelleri ile milli mektebinin olmasını savunur.
Öğrenciye yabancı kaynaklı kitapları kullanmaya şart koşan bu sistem fikir üretimine engel olup tek düze insan yetiştirilmesine neden olarak yaratıcılığı da öldürür. Bu konu hakkında yazar şunları söyler: “Çoğunluğa göre ise her fikir ve hareketin doğruluğunun, delili dışarıdadır; değerlerin ve hakikatlerin bütün delilleri, bütün belgeleri Batı’da bulunmaktadır. Bir fikir ileri sürüyorsunuz; lâkin acaba Almanlar da öyle mi düşünüyor? Bir iş yapacaksınız; acaba Amerikalılar da öyle mi yapıyorlar? Aşağılık karmaşasından gıdalanan bu taklit içgüdüsü, zehirleyici bir parazit gibi bütün hür düşünceyi ve bahtiyar iradeyi bizde boğmuş bulunuyor.”(s.23)
Ne yazık ki bu taklit günümüzde de devam etmektedir. Milletimiz Avrupa’yı taklit ederek onlardan ileri olmayı hedeflemektedir. Bu ise pek mümkün değildir.

Üniversitelerde hangi bölümünde hangi dersler olacağını ve haftalık kaç saat eğitim verileceği dahi Batı’dan alınmaktadır. Yazar, öğrencinin alacağı dersleri belirlemede etkisiz kalmamasını ve öğretmenin robot olarak görülmemesini şu sözlerle anlatır: “Muallim, gençlere bilmediklerini öğreten bir nâkil (nakledici) değildir. Bu iş, kitabın işidir, bilmediklerimiz hep kütüphanelerde bulunmaktadırlar. Her sahada yalnız bilinmeyeni bilmekle eski devrin scolastique tahsili elde edilir. Kitaplardaki örümcek kafamıza nakledilir. Ancak sınıfta okutacağı bilgilere sahip olan insanın yapabileceği iş ise bundan ileri gidemez. Bunun için kültürlü adam, kafaları işletmesini bilen adam lâzımdır.”(s.60)
Kitabın en uzun yazısı olan Maarif Davamız adlı bölümde yazar, gençlerin hedeflerinin, inançlarının olmadığını; gülmek, eğlenmek için yaşadıklarını dile getiriyor. Bu sebeple maarifin gençlere bir amaç belirlemesi gerektiğine dikkat çekiyor. Bunu yapabilmek için hem öğrencinin hem öğretmenin “İlim Zihniyeti”ne sahip olması gerektiğini belirtiyor. Maarifimizin Batı’nın yolundan gitmesiyle millîleştirilemeyeceğini ifade ediyor.
Çok sayıda açılan okulun öğretimi olumsuz etkilediğini, kadınların eğitiminin önemsenmediğini, ceza anlayışının yok edilerek disiplinin ortadan kalktığına da değinen yazar bunların yanı sıra okulların fiziki şartlarından, öğretmenin okuldaki durumuna kadar birçok konudan söz etmektedir. Maarifi düzeltip yeniden oluşturabilecek ders, talebe, muallim ve mektep konularını ele alarak nasıl olması gerektiğini anlatan yazar, muallime karşı yazısında şu eleştiriyi dile getirmektedir:
        “Bilmiyorum, acaba ne zaman, hangi devirde ve hangi tarihte hangi mektepli muallim odasında ilmî bir konuşmanın, metotlu bir münakaşa halinde devamlılığı görülmüştür?”       (s. 108)
İlköğretim yazısında ilköğretimde verilen eğitimin maneviyattan oldukça uzak olduğunu ve çocuklara sadece eşyayı tanıttığını savunan yazar,  ilköğretimin çocuklara gerçekçi yaklaşarak hayattan örnekler vermesi gerektiğini dile getirmektedir. Gerçek bir vatandaş olabilmek için ön koşul olarak şu sözleri dile getiriyor:
      “Tarih şuuru eksik bırakılarak yetiştirilen çocuk gerçek vatandaş olamayacaktır.”(s.118)
     İlkokullarda Ahlâk Eğitimi yazısında, çocuğa ilk olarak hürmet duygusunun öğretilmesi gerektiğini, ancak o zaman çocukta merhamet ve hizmet duygularının hissedileceğini söylemektedir. İlkokul çocuğuna bilgin adayı olarak değil, olgun ve ahlâklı insan adayı olarak bakılmalıdır diyen yazar,  ahlâk eğitiminde çocuğa, öğretmenin örnek olacağını vurguluyor. Yazının sonunda Âkif”e ait şu mısra ile konuyu özetliyor:
     “Bırak tahsili evlâdım, sen ilkin bir hayâ öğren!” ( s. 128)
     Lise Dersleri bölümünde, kişilik sahibi bireylerin yetiştirilebilmesi için derslerin farklı yöntemlerle, farklı amaç ve ruh ile oluşturulması gerektiğini belirtiyor. Edebiyat, tarih, felsefe, kimya, biyoloji, ahlâk derslerine ve içeriklerine değinerek nasıl düzenlenmesi gerektiğine dair fikirlerini öne sürüyor.
        Liselerde Din Dersleri yazısında, din derslerine bakış açısını şu sözlerle ifade ediyor:
       “Din her şeyden önce insan ruhu için bir idealdir.” (s. 148) 
Okullarımızda Din ve Ahlâk Eğitimi bölümünde Topçu, din öğretiminin kademelere göre programlandırılıp maneviyatı kudretli nesiller yetiştirebilecek şekilde olması gerektiğini vurgulamaktadır. Nurettin Topçu bunu bu kadar önemli görmesinin nedenini şu şekilde ifade ediyor:

“Mukadderatımız, yarını hazırlayacak olan genç neslin ahlâk ve din yapısına bağlı bulunuyor.” (s. 150) 
     Üniversite ve Üniversite Olayları başlıklı birbirini tamamlayıcı olan yazılarında yazar, dönemin üniversite hocalarının ilimden uzaklaştığını belirtiyor. Darulfünun’un yerine kurulan üniversitelerin ilim, irfan yuvası olmaktan çıkıp üniversite hocalarının ticarethanelerine dönüştüğünü belirtiyor. Hocaların ne yazık ki menfaat peşinde koşup kendilerini memleket ve millet meselelerine vermediğini dile getiriyor. Ayrıca öğrencilerin yeteneklerine göre üniversiteye alınması gerektiğini de savunuyor.
         Millî Eğitim ve Muhtar Üniversite bölümünde millî eğitimin millî olabilmesi için millî tarihimize ve maneviyatımıza yönelmemiz gerektiğini belirtip şu öz eleştiriyi yapıyor:
        “Hevesler ve hırslar bizi helâk ediyor!” (s. 174)
        Din Eğitimi yazısında “Din nedir? Ne değildir? Din eğitimi nasıl olmalıdır?” soruları üstünde duruyor. Dinin hayatın her alanına taşınması gerektiğini belirterek dinin ticaretinin yapılmamasını vurgulayıp din eğitiminin tanımını şu şekilde yapıyor:
      “Din eğitimi her şeyden önce bir kalp eğitimidir.” (s. 177)
        Ahlâk Terbiyesi adlı yazıda Topçu, medeniyet olabilmek için toplumun bir nizama sahip olması gerektiğini, nizamı ve geleneği sağlamanın da iyi bir ahlâk eğitiminden geçtiğini vurguluyor. İyi bir ahlâk eğitimi için tam bir tarih eğitimi, maddecilikten kurtulma, yabancı dilde eğitimden vazgeçilmesi, millete yönelik üniversitelerin varlığı ve idealist bir estetik kaygısı gibi unsurları sıralıyor. Ayrıca Topçu, ahlâk eğitimi için idealist öğretmenlerinin önemine de dikkat çekiyor.
       Okulda Ahlâk yazısında öncelikle ahlâk eğitiminde başlıca görevin aileye düştüğünü fakat okulunda burada ciddi payı olduğunu vurguluyor. Ahlâk eğitiminin esasının örnek olmak olduğunu belirten Topçu, muallimin talebeye aşılaması gereken duyguların başında merhamet ve adaletin geldiğini belirtiyor. Gençlerin kalplerinin korkuyla değil sevgiyle terbiye edilmesi gerektiğine dikkat çekiyor. 
       Kitabın son yazısını Topçu’nun İstanbul Erkek Lisesi’nde görev yaparken 19601961öğrenci yıllığına yazdığı yazı oluşturmaktadır. Burada talebelerine mezun olurken çeşitli öğütler sunuyor ve onlara ve aslında tüm gençliğe şu mesuliyeti yüklüyor:
       “Bugüne kadar vazifeyi yapan ben, yarının mürşitleri siz olacaksınız.” (s. 212)
        Nurettin Topçu’nun eğitim sistemimize dair derin bir bakış açısı sunduğu kitap üzerinde çokça düşünülecek fikirler barındırmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder